Bu benim dünyam değildi!

:)

24 Ekim 2009 Cumartesi

Yeniden Seul ve zamana dur diyebilmeyi istemek...

"Kardeşim, mal mısın sen, Seul'de o kadar kaldın, oradayken yazsana şu anılarını sıcağı sıcağına! Her yazının sonunda söz veriyorsun yazacam yazacam diye, sonra fıs... Fesuphanallah..."

İşte aylardır kendime söyleyip durduğum cümleler bunlardan ibaret. Yani salaklık tabi, blogu olup da yazmamak. Sanırım hala blog felsefesini hayatıma oturtabilmiş değilim. Her seferinde "tamam abi, bu sefer yazıcam hep, söz!" "hadi ordan be!" demek lazım böylelerine...

Kendime kendi blogumda bu kadar sövdüğüm yeter sanırım. Hadi biraz Seul'den bahsedeyim sizlere.

Kendi ülkem dışında başka bir ülkeyi bu kadar özleyeceğim aklıma gelmezdi inanın. Hele bir de orada yaşadığım süre içinde bunun farkında olmak gibi ilginç bir ruh hali içerisindeydim ki, özümü reddettiğim hissine falan kapıldım bir süre. He bir de ülkeme aşık geçinirdim. Ne oldu, nasıl oldu bilemedim, ama çok sevdim seni be Kore...

Nasıl diyeyim, Avrupa'nın soğukluğu, insanlarının kendilerini büyük görmeleri, Amerika'nın sözde özgürlükçü ama bilgisiz halkı, her durumda bu ülkelerde gördüğünüz 2. sınıf insan muamelesi, hiçbiri ama hiçbiri bu ülkede yok. Son derece mütevazi ve sıcak kanlı insanlar. Gitmeden önce aramızda ne kadar fark vardır kim bilir, ne değişik kültür, ne değişik tattır, nasıl alışacağım, bu kadar süre nasıl kalacağım şeklinde sıralanmış endişelerimin tek bir tanesi bile yerinde değilmiş, bunu anladım. Şu anda kendimi feci Kore partizanı gibi hissettim, ama sakın o şekilde anlaşılmasın. Sadece burada vurgulamak istediğim, insanları kendinize yakın hissedeceğiniz ve fazla vatan hasreti çekmeyeceğiniz. Tabi bunda 50 yıl önce Kore Savaşı'nda Kore'ye yaptığımız askeri yardımların büyük etkisi var.
Kore Savaşı demişken, Kore'de kaldığım süre içerisinde en çok üzüldüğüm şey, Türk şehitliğine gidememekti. Busan şehrindeydi bu şehitlik ve Seul'e 7-8 saatlik uzaklıktaydı. Neyse napalım, bir dahaki sefere dedik (bu arada bir daha gideceğimin mesajını veriyorum alttan alttan he, bilin yani =) ) Bu arada Korece ismim bile oldu: Malça :D

Bir önceki yazımda, şirketle içmeye gittiğimiz günlerden bahsetmişim. Bu günlerden ilki, anlattığım gibi Geena'nın güle güle partisiydi. Bir diğeri ise yine şirketten arkadaşımız Chris içindi. O da şirket tarafından 1 seneliğine Çin'e gönderildi. Ona da güle güle partisi yaptık, ama bu ilkinden daha eğlenceliydi, çünkü birbirimize daha çok alışmıştık. Yine yemeğe gittik, bu kez tavuk değil dana eti, hem de sac üzerinde masalarda kendimiz pişirdik, ve ardından karaoke... Bu sefer tavuğu karaokeden sonraya sakladık. Karaoke çıkışı o saatte bir de tavuk-bira yaptık ki, benim bittiğim an o an oldu sanırım. Taksiyle geldiğim odamda yatağıma uzandığım an çok feci bir baş dönmesi suretiyle kusma olayı cereyan etti. Allah'tan tuvaletin yolunu buldum (kendisi yatağımdan 3 adım uzaklıkta olduğundan problem olmadı yani :) ). Ertesi sabah tabi bende yine bir gece önceden kalma baş dönmesi ve mide bulantısı, fakat millet fitil gibi maşallah... Her akşam da içseler yine ertesi sabah saatinde masalarının başındalar. İşte en sevdiğim özelliklerinden biri de bu adamların.
Bu geceden başka da birçok kez çıktık şirketle. Bir önceki yazımda henüz 6.5 hafta olmuş, ama şimdi 12 haftayı tamamlayan biri olarak diyebilirim ki 3 kereden fazlaydı :D Bir sefer sevgili CEO'muz Sun Joo Lee şirket gençliğini yemeğe çıkardı (Bulgogi yemeye). Ardından biz gençler tabi yine karaokeye (bu arada karaoke Japonca, bunun Korecesi Norepang). Bir diğeri, şirketteki bir başka departman bizi yemeğe davet etti. O gece de yerde oturmak suretiyle bir lokantada deniz mahsüllü ve kimçili omlet yedik ve magkoli (bahsettiğim pirinçten yapılan içki) içtik. Bunun dışında böyle toplu olarak gittiğimiz son parti benim güle güle partimdi. Çok güzel bir geceydi açıkçası... Şirketteki son haftamda, çarşamba günü hep birlikte çıktık. Benim isteğim üzerine tavuk-bira birlikteliğini tatmaya, ardından da karaoke yapmaya gittik. Yemekte bana şirketten çok güzel bir masa saati verdiler. Üzeri sedef ejderha işlemeleri ile süslü, aşık olduğum bir saat. Geldim İstanbul'da odamda masama koydum ve hala Kore saatine göre ayarlı... Karaokede ise bayağı bir eğlendik. Eğlenceye sonradan katılan sevgili Douglas, bana, üzerinde Korece "Malça" ve "Seoul" yazan sarı ve pek sevimli bir tişört hediye etti. Gecenin geri kalan kısmını bu tişörtle tamamladım. Ardından aynı şahsiyetin arabasıyla, ben, Wisam, Alex, JP Choi ve Douglas, Han Nehri kıyısında ultra lüks bir restoranda lüks şarap içmeye gittik :)) Çok romantik bir mekandı.














Kore'deki son günümü ise alışveriş yaparak geçirdim. Bavullarım zaten yeteri kadar ağır olduğundan fazla ağır ve çok şey alamadım. Genelde ufak tefek hediyelikler... Bir daha yurtdışına gittiğimde 2 pantolon 3 tişörtten fazlasını alan böyle olsun. Zaten havaalanında 3 kilo fazlanın bile hesabını yaptılar. Ama ben Allah'tan bavullarımdan birini Asım abi ile bir önceki gün İstanbul'a yollamıştım (Asım abi de aikidodan arkadaşım, ve ben oradayken aikido çalışmaya Kore'ye geldi).
İşte böyle... Kısa ama öz oldu biraz... Daha detaylı bilgi almak isteyenleri, facebooktaki Kore albümlerime davet ediyorum. Bizzat bana danışaraktan da bilgi ve resim alabilirsiniz. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder