Bu benim dünyam değildi!

:)

29 Ekim 2010 Cuma

dilimin ucundakiler

Lanetlenmiş hissediyorum bazen. Ya size yaptıklarım yüzünden beni lanetlediniz, ya da zaten böyle doğmuştum ama büyüyünce fark ettim... Yine de söyleyeyim, aslında iyi biriyim. Kötülüğünüzü istemediğimden eminim. Günah çıkarmak gibi olacak ama, üzmek istememiştim...

25 Ekim 2010 Pazartesi

parmağımın ucundakiler

Uzun süredir yaz(a)mamanın verdiği pas vardır parmak eklemlerinde, beyin hafif tozlanmış olduğundan, kafadakileri sisli görmektedir. Böyle durumlarda parmakları iyice ovuşturup klavye denemeleri yapmak, temiz bir mikrofiber bezle de nazikçe beynin tozunu almak gerekir... Daha sonra yavaş yavaş kolaylaşmaya başlar her şey. Birden kendinizi kapalı kapılar ardında masa lambası, bilgisayar ekranı ve masa lambasının hedefindeki klavye ile buluverirsiniz. Rahatlamak ve moda girmek için sürekli dinlediğiniz müzikal şarkıları da tercih edebilirsiniz... ama benim bugünkü ilham kaynağım şarkılar değil, "evet, ben de yazabiliyorum aslında" güdüsünün getirdiği gaz oldu desem yeridir. Bu yüzden biraz afilli yazsam -ki yazamam, genelde cümlelerim basittir- ya da afilli düşünüp düz yazsam belki biraz mutlu olur ve günü kurtarırım...

Evet okuyucu... Yine baş başayız. Emin ol bu sayfada sen ve benden başka kimse yoktur. Hatta bazen ben de yokumdur, yalnızca sen varsındır... Sol paneldeki kırmızı bıdıyı görüyor musun? Heh, işte o sensin. Seni bulduk. Şimdi sıra beni bulmaya geldi. Soruyorum o halde, beni tanıyor musun? Hayır hayır, adımı biliyor olman yetmez. Arasan mesela, el yordamıyla, bulabilir misin nerede olduğumu? Öte yandan, kimimdir, neyin nesiyimdir, yazılarımı okursun da, neden böyle yazdı der misin hiç? Burada yazılanları okurken kendi alemine mi dalarsın, yoksa beni mi anlamaya çalışırsın? Saçma değil bu sorular, önemli sorular...

Yaz okuyucu... Derdini anlatmak için sen de yaz. Bak, yukarıda ne diyor: super girls don't cry... O yüzden, ağlamayı kes ve sen de yaz. Böylesi daha doğru.

Sırası gelmişken, blog adında yaptığım değişikliğin nedenini anlatayım :) Efendim, ilgisayar iyiydi, hoştu ama ilk seferde öyle bir isim takmamın sebebi belki biraz mesleki yazılara yer veririm düşüncesiydi, amma ve lakin hiç de öyle olmadı, tamamen kişisel yazılarla dolu kişisel bir blog oldu, e hal böyleyken ilgisayar ismi absürt duruyordu... Düşünmedim fazla yeni isim hakkında, aklıma ilk gelen ismi denedim ve geçer not verdi sağolsun blogspot :) Böylece blogum yeni ismiyle karşınızda :) Boş bir vaktimde dizaynı da biraz değiştirmek istiyorum. Ama içimden bir ses ona daha çok var diyor :)

Yaa... İşte böyle... Yazmak güzeldir... Gitmek çok daha güzeldir... Gitmek mutlu eder abicim evet. Herkese de tavsiyem, gidebildiğiniz en uzak yer neresiyse oraya kadar gidin. Hiç de "aman efendim insanın gitmesi önemli değil yanında kendini götürdükten sonro bür şöy döğüşmöyöö ebühüdü ehlele hebele höbele bla bla blaaa" derseniz size diyebileceğim en kısa sözcük, affınıza sığınaraktan: "nah". Gitmek güzeldir ve insanı güzelleştirir. Tüm problemleri de arkada bıraktırır. O halde, hadi, gidiyoruz gençler...

14 Ekim 2010 Perşembe

...biraz Cemal Süreya...

Bir şeyiniz olayım sizin,
Hani nasıl isterseniz,
Oğlunuz, kiracınız, sevgiliniz;
Dünyanın bir ucuna
Birlikte gider miyiz?

Cemal Süreya