Bu benim dünyam değildi!

:)

17 Mart 2010 Çarşamba

Hastayım Çok, Çok Hasta...

Sıradan bir gündü aslında. Pazartesi Emre, Asım, Ezgi ve ben ders çıkışı sinemaya gidelim dedik ve Kanyon'a doğru yola çıktık (bu arada ilk kez gittim Kanyon'a ve çok beğendim). Alice in Wonderland'i izledik (film de güzeldi), sinema sonrası Ezgi gitti, biz yemek yedik, kahve içtik, ve evlere dağıldık. Buraya kadar her şey normal. Hatta eve gittikten sonraki birkaç saat de normal. Gayet sağlıklı hissediyorum, hiçbir hastalık belirtisi yok. Bir anda boğazım ağrımaya başladı. "Hoppalaaa" dedim, gittim sirkeli limonlu su içtim, yattım...ve yatış o yatış. Sabah kalkabilmek ne mümkün!! Baş ağrısı, vücut ağrısı, boğaz ağrısı, ateş... Emre'nin de dediği gibi, sanki üzerimden kamyon geçmiş gibi... Neyse ki Süm ve Ays evdelerdi, bana güzel bir kahvaltı hazırladılar, kendi reçetemi kendim yazdım (çünkü yıllardır gittiğim doktorlar hep aynı ilaçları yazarlar), Süm gitti aldı, kahvaltıdan sonra ilaçlarımı da içtim.... Akşama kadar yattım. Akşam Süm limonata yaptı bana... Artı ya da eksi yönde bir değişiklik söz konusu değildi. Bugün ise yine aynı şikayetler devam etmekte. Yine tüm günü yatakta geçirdim. Ays, dersi bittikten sonra eve geldi, Süm'le birlikte bana yemekler yaptılar, bu esnada Emre ve Asım geldi geçmiş olsuna, annem geldi beni alıp götürmeye =) İşte bugün ilk olarak onlar geldiğinde kalktım ayağa (bir de sabah ilaçlarımı almak için kalkmıştım ama o sayılmaz). Saat 17.30 gibi annemle kalktık, beni eve getirdi sağolsun. "Eti cici bebe"mi yedirdi, portakal yedirdi... Yine yatıyorum. Kalkamıyorum...Artı ya da eksi yönde bir değişiklik yok yine... Halbuki yarın mutlaka Yıldız'a gitmeliyim. Hocamızla proje görüşmemiz var...Of yaa... Pazar günü de ÜDS var...
Belki yarın sağlık ocağına giderim ve bir antibiyotik yazdırırım... Çok hastayım... Çok...

13 Mart 2010 Cumartesi

1 Paranoyak

Bir paranoyak... Birilerinin onu sürekli izlediğini ya da suikast girişimlerinde bulunduğunu düşünen veya kendisi hakkında düşünülmeyen düşünceler için kafa yoran bir paranoyaktan bahsetmiyorum. Hatta ve hatta gece o uyurken böceklerin bile onun adına kötü emelleri olduğunu zannedenlerden hiç değil... Kendine çizdiği hayali ve belirsiz yolda karşısına çıkacağını düşündüğü -ve yine hayali- engebeler hakkında şimdiden endişelenen ve felaket senaryoları yazan bir paranoyak bu... Aslında belki de korkak demeliyim... Yaşamaktan, gelecek günlerden ve getireceklerinden kaçmak için planlanmış bir çeşit düzmece, düşündüğü şeyler de. Kendini, beynini kandırmak. Kötümserlik mi? Hayır, hayır... Geniş zamana sıkışıp kalmayı istemek kötümserlik olmamalı...

***

Hangimiz geleceğimizi muazzam parlak hayal edebiliyoruz ki? Paranoyakça tasarlanmış engellerden hangimiz sakınabiliyoruz beynimizi?...ve nasıl?

6 Mart 2010 Cumartesi

Ah bir papağanım olsa...

Ben bu papağanları çok seviyorum. Onlar için ölüyorum, bitiyorum... Allah'ım nasıl sevimli, nasıl zeki, nasıl cana yakın hayvanlar... Az önce aklıma geldi, bir netten araştırayım dedim. İleride sahip olmak gibi bir gayem var ya... Özellikle sahip olmak istediğim tür Afrika gri papağanı. Halk arasında jako diyorlar galiba. En zeki, en konuşkanları. Fiyatlar fahiş tabi ki... Diyorum ya, ileride alacağım nasıl olsa, param olsun... Hatta papağanımla birlikte çıkacağım dünya turuna. Omzumda papağan, sırtımda çantam, hatta bir gözümde de korsan bandı, ve tabi ki kafamda bandana =)

Şaka bir yana, yıllardır ciddi ciddi papağan almayı düşünüyorum. Tek tereddüt ettiğim nokta, sürekli evde olan bir insan olmadığım için kuşcağızın psikolojik bunalıma girme olasılığının yüksek olması. Malum, papağanlar hem egzotik, hem sosyal hayvanlar. Sürekli ilgiye, sevgiye, muhabbete ihtiyaçları var. Papağanlarla ilgili bilinen bir diğer gerçek de, uzun yaşama süreleri. Yeterli bakımla 80 ila 100 yıl arası yaşayabilme kapasitesine sahipler. "Beni bile gömer" hesabı... Gerçekten çok komik. Genelde insanlar evcil hayvanlarını bir süre sonra kaybederler, fakat papağanlar sahiplerini kaybediyor :D
***
Ben lise 3. sınıftayken şu "Büyük Beşiktaş Çarşısı"nın en alt katında bir pet shop keşfetmiştim. İçinde 2 tane kocaman papağan vardı. Biri kırmızı ağırlıklı gökkuşağı renginde, diğeri de sarıydı. Aynı şu aşağıdaki papağanlardan. Kırmızı olanın adı Cabbar, sarı olanın ise Efe'ydi. Ara sıra sırf onları görmek için o pet shop'a giderdim. Kafeslerinin karşısına geçip uzun uzun süzerdim onları. O kadar büyük ve görkemliydiler ki, sanki bir ısırıkta elimi koparacaklarmış gibi gelirdi. Bu yüzden hiç yanaşamadım, ama çok sevdim onları (acaba ne yapıyorlar şimdi?)...



Tabi dünyadaki tüm papağanlar burada bahsettiğim kadar sevimli ve cana yakın değil. Nette papağanlara bakarken forumlardan birinde şu ilanın linkine rastladım, ve ilanı tamamen okuduktan sonra yarım saat güldüm. Tam bir psikopat papağan. Katil... Sadist... Ruh hastası... Buyrun siz de okuyun, siz de kopun:


Başlık: "Kafesini nadiren açabiliyorum yemin ederim tüm ailemizi perişan etti". Ahahahaha! Bu papağanı alana bir de yanında ilk yardım çantası veriyorlarmış. Kaçırmayın derim :P

***

"Bir söylentiye göre, papağanların insanlara tepkili olmalarının sebebi, onları yaşadıkları egzotik orman ortamından koparıp, uzun, yorucu ve bunaltılı yolculuklar sonrası büyük şehirlere getirerek bin bir eziyetlerle birilerine satanların insan olmalarıdır... Oysa Afrika'nın yemyeşil ormanlarında ne mutlu, ne huzurlu idiler aileleri ve sevdikleriyle birlikte. Bu yüzden eğer bir papağan alacaksanız, sizi bir süre hiç yanına yaklaştırmayacaktır. Önce ondan atalarınız adına özür dilemeniz ve kalbini kazanmanız gerek. Bir kez size güvendi mi, bir daha asla ayrılmaz yanı başınızdan. Sizi asla terk etmez, her zaman en sadık dost ve en geveze baş belası olarak ömrü yettiğince (ya da sizin ömrünüz yettiğince) sizle birlikte kalır. Bazen birlikte sokağa çıktığınızda eski yaşadığı ormanları özler, şöyle bir uçar ağaçlara doğru, korkarsınız sizi bırakıp gidiyor diye... Fakat bir müddet hasret giderdikten sonra döner gelir yine omzunuza... Böyledir papağan... Gayri resmi görüntüsünün altında en derin duygular yatar aslında..."

3 Mart 2010 Çarşamba

İyi ki doğdum, gördün mü bak 22 oldum =)

İşte en sevdiğim tarih... Mart ayının 2. günü, yani benim doğum günüm... Sabah çok mutlu bir şekilde, hafif güneşli İstanbul'a uyanıyorum. Herkes için gayet sıradan bir gün; ama benim için öyle değil işte! Bir heyecanla kalkıyorum yataktan, çünkü bugün yapılacak çok iş var. Bir kere Süm'le evi temizlememiz lazım. Sonra banyo yapmam, hazırlanmam, süslenmem, püslenmem var sırada... Bunlar uzun işler. Hele bir de en özel gününüz için hazırlanıyorsanız, çok daha özenli olmak zorundasınız ki, ekstra zaman harcamak demek bu da...
***
Saat 5 gibi Süm'le evden çıktık. Taksim'e, diğer tüm arkadaşlarımızla buluşacağımız parti mekanına gittik. Süm'le 1 buçuk saat kadar baş başa demlendikten sonra, Esra ve sevgili bölüm arkadaşları Gizem, Seçil, Selin, Hilal ve pek muhterem Yunus Emre ve Emine geldi. Bir de yeni tanıştığım İsveçli çocukla sevgilisi... Ortam böylelikle yavaş yavaş canlanmaya başladı. Sonra Salih, Sinan ve Fatih iştirak ettiler. Vosvos Cafe'nin müzikleri de kendini biraz biraz hissettirmeye başladı. Ardından Emre ve Asım da geldi. Vosvos Cafe, şöyle 80'ler 90'lar Türkçe poptan vurmaya başlayınca, Esra ile daha fazla yerimizde duramayacağımızı anladık ve haydi hoppa dans etmeye kalktık. Sayemizde masanın çoğu ayaklandı ve şarkı üstüne şarkı, dans üstüne dans koptuk durduk. Tam bu esnada Esra, yani nam-ı diğer Ays, üzerinde "İyi ki doğdun Mörf" yazan bir pasta ile geldi.
İlerleyen dakikalarda Tuğba, Recep, Cihan, Gözde ve Pınar da katıldılar ve havamıza hava kattılar. Oturabilene aşk olsun! Doğum günü kızına özel kokteyli de afiyetle mideye indirdim bu arada! Bir ortamda kuzen Emre ve ben varsak, oturabilmek mümkün müdür?! Yine geçtik kuzenle karşı karşıya, bir oynadık, bir oynadık. Hatta bir ara masaya bir baktım, neredeyse herkes dans ediyor. Artık ne popu kaldı, ne rock'n rollu, ne twisti... Tüm gece hiç oturmadım desem yeridir.
Geceyi yine klasik bir mekanda noktaladık: Kızılkayalar! Islakları çaktık da öyle gittik eve =)


Geceye katılan-katılmayan, doğum günümü kutlayan-kutlamayan tüm arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum ve buradan onlara sesleniyorum: Sizi seviyorum... Hep olun hayatımda... Ben oldukça...