Bu benim dünyam değildi!

:)

31 Ağustos 2010 Salı

Ruh Adam'dan...

"Bana insanlardan mı bahsediyorsun? İnsanlar mazide ve tarihin yaprakları arasında kaldılar. Bu gördüklerin birer karikatürden başka bir şey değildir."
Atsız

29 Ağustos 2010 Pazar

Deli Dünya

"Mad World" şarkısını her dinlediğimde, dünyaya haykırmak istediklerimi Gary Jules'tan duyuyorum... Yumuşak ses tonuyla şöyle diyor dünyaya: "evet dünya, sen gerçekten çıldırmışsın"...
***
Yarın yok. Gelecek güzel günler de yok. İnsan büyüdükçe düşüyor ömür puanından günden güne. Problemler artıyor, mutluluklar boyut değiştiriyor sürekli ve yoruluyor insan git gide. Hevesler aynı değil, umutlar azalmakta, sevinçler gelip geçici, tartışılan konular hep havada, herkes dertli ve herkes gözlüklerini doldururcasına ağlıyor... ve aslında komik olan, bir açıklamaları yok... Çünkü öyle olmak yaşadıklarını hissettiriyor, çünkü öyle olmak revaçta... Çünkü dünya kafayı yemiş ve insanlar buna ayak uydurmakta hiç zorluk çekmiyor... Mutsuz olmak o kadar kolay ki, sahte depresyonlar yaratıp sözde "problemlerim var" yüz ifadesi takınmak için can atıyorlar bile diyebiliriz... İlgi bekledikleri için mi? Sanmıyorum... İçlerine baktıklarında daha yaratıcı bir benlik geliştirebilmek ve daha derin olduklarını hissedebilmek için... Saçma veya değil... Komik ya da üzücü... Bilmiyorum...

"Doğruca içime, bana doğru bak"... Çıldırmış bir dünyada sahte mutsuzluklar yaratıp gerçek mutlulukları kaçırmak istemiyorum. "Otur ve dinle" ile şekillendirilmek istemiyorum...Yok yere gözlüklerimi ıslatmak istemiyorum, ve gideceğim bir hedef yoksa gelip geçici yarışlarda boğulmak istemiyorum. İyisi mi sen beni gerçek üzüntülerimde boğ, yalan satırların anlamsız kelimeleri ile uğraştırmadan ruhumu. Yarın yok belki, belki gerçekten de yok bu kez. Ne kadar komik değil mi? Bir o kadar da üzücü...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Mutluluğa Dair

Biraz saçlarımı okşayabilir misin? Sevmem ben saçlarıma dokunulmasını. Acıtıyorlar...ama acıtmadan okşayabilirsen dalabilirim rahatça hafif bir uykuya... Fark ettin mi, gözlerimde çocuksu bir ifade var, mutlu gibiyim sanki, bu normal mi? Gördüğüm rüyaları pek hatırlamıyorum bir süredir, gece uyanırsam aklımda oluyorlar da, sabah kalktığımda hep büyük bir boşluk... İstemiyorum boşlukları, sevmiyorum. Boşluklarını doldurabildin mi sen? Neydi ki en büyük boşluğun hayatta?...

Hiç ses çıkarmayacağım, söz. Sadece oturacağım. Gözümü de dikip bakmayacağım sana. Rahatsız olabilirsin. Her zaman orada duran uzaktaki noktam var benim. Her nerede olursam olayım, aynı nokta. Ona dikerim gözümü, gördüğüm şey hep aynı bu yüzden. Sana bakıp başka şeyler görmek istemiyorum, bu sebeple sen de sev o noktayı, istersen anlatabilirim de nasıl göründüğünü...

Kahkahalar atmak istiyorum. Sahte, gerçek, fark etmez. Eder mi? Her iki türlü de mutlu görünebilirim sonuçta. Benim için önemli değil, ama sanırım senin için önemli. Bir dakika... Sahte olmamalıyım...

Biraz sessiz kalalım mı?... Çok konuşmuyorum, farkındayım...yine de biraz sessiz kalalım. Rüzgar sert birkaç gündür, yüzüme vuruşunu izlemek çok keyif veriyor. Sen de hissedebiliyor musun rüzgarı? Yok yok, böyle olmayacak. Konuşmamız lazım...

Garip mi? Duyamıyorum, garip olduğumu mu düşündün az önce? Daha önce de okumuştum bunu gözlerinden. Garip olabilirim, garip bir mutluluk var içimde.

Mutluluğa dair konuşmak zormuş. Sesin nereye gitti? Tamam, şimdi sadece dinlenelim. Şu ilerideki yokuşu tırmanmak için nefese ihtiyacımız olacak... Haydi kalk, dinlendin mi?... Sana biraz su getireyim...


Not: Şarkı için İrfan'a teşekkürler :)
Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet! Yeri gelir susarım.
Canımı çok y
akan şeyler olur ama yine de susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında... Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye ''GİT'' de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen,o kadar değer veririm ki, hergün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!

Sunay Akın

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Düşünceler - II

Severdin akşamın karanlığını da, derin uğultusu altındaki sessizliğini de, uzaktan yankılanan paçavra gürültülerini de, bilhassa yazları çarşaf gibi serilmiş çimlerin üzerinde uçuşan ağustos böceklerinin korkunç ama bir o kadar huzur verici neon yeşili renklerini de... İnsanları pek sevmezdin akşam saatlerinde. Tahammül edebildiğin tek insan kendindin çünkü. Kendi kendine konuşurdun. Hem de sesli... Düşünceler gündüz kafanda yankılanırdı, bin bir saçma haliyle; fakat akşam çöktü mü onların da dışarı çıkma vaktiydi kapılarından -dökülüyordu ağzından bin bir saçma kelime, kimi zaman kopuk ve anlamsız, hava almaya çıkmış mahkumlar gibi, ama hiçbir gardiyanın gözetiminde olmaksızın-. Ah bu düşünceler... Karanlık olmalıydı özgürce düşünüp söyleyebilmek için. Utanmamak için yüzün hep karanlıkta kalmalıydı açığa çıkarken tüm her şey. Kelimelerin notaları vardı kafanda; konuşurken, mırıldanırken kaydedebilseydi biri eğer, tekrar dinlediğinde kağıda dökebilirdin ertesi gün.

Özgürlük demişken, bunun tanımını yapabilir misin? Sormuştu adam bugün bana. "Aklından geçen her şeyi yapmaya teşebbüs edebilecek cesareti ve kuvveti kendinde bulmaktır" diye yanıtladım. Görecelidir, sen de biliyorsun. Sana sorduklarında da aynı cevabı verecektin, biliyorum. Bu yüzden her ne kadar gündüz vakti düşünceleri sese dökebilecek cesareti kendinde bulsan da, bunu yapmıyordun. Bu sana neyi hatırlatıyor? Evet, özgürdün, aslında her şeyi yapmaya cesaretin vardı, ama sınırlandıran bir şeyler de vardı havada... Hemen açıklayayım: Kendi kendinin efendisiydin öncelikle. Bu da sana kendi kendini sınırlandırabilme hakkı veriyordu. İstediğin kadar özgür olabilirdin, ve bir o kadar da mahkum. Sahi, düşünceleri düşündüğünde, hangisinde daha mutlu olabilmiştin? İşte bu da ikinci soruydu bugünkü. Kendi kendinin efendisi olduğun bir evrende, kendine sınırlar çizmek, prensipler belirlemek ve onlar dahilinde hareket etmek mi daha mutlu kılıyordu seni, yoksa kısacık vadende sınırsız yaşayabilmek miydi önemli olan? O günden bugüne kadar kimse dillendirip soramamıştı bu soruyu belki. 1-2 kere aklına geldiğinde de geçiştirmiştin. İşte bir yeni düşünce daha, bu akşam serbest kalması gereken! Karanlık çöktüğünde bunu bir kez de sen kendine sesli sordun, bunu duydum. Cevap, yok. Olması gerekmiyor.

En çok akşamı severdin... Hava kararsa, hatta herkes bir an önce yatsa, sokaklar boşalsa, kiri pası görünmese şehrin, yapacağın ilk şey gözünü havaya dikmek ve bir yıldız aramak olurdu. Bugünkü sen, aşağıda oturan; bulduğun yıldıza, yani yarınki sen'e düşünceleri anlatıyorsun. Rastgele. Ağzına geldiği gibi. Cümlelerin başı ya da sonu olması gerekmiyor. Aslında başlı başına bir düşünce de olması gerekmiyor kafada. Yeter ki konuş. Yeter ki kendi sesini duy. Kolay iş değil yaptığın. Düşünceleri notalara dökmek kolay iş değil... Burada her harf bir nota, her kelime konuşma senfonisinden bir parça... Senfoni yazmak kolay değil...

Çok iyi tanıyorum seni. Ciğerini biliyorum. Biliyorum, ama yüzüne vuramıyorum bazı şeyleri. Tanımazlıktan geliyorsun öyle yapınca. Bana bile tahammülün yok. Yapayalnız kalmak istiyorsun her akşam, ve tezattır ki her sabah seninkinden farklı bir ses olsun istiyorsun evde. Farkındayım. Farkındayım ve elimden bir şey gelmiyor. Şimdilik... Şimdilik izin veriyorum, derbeder olmak mı istiyorsun? İzin veriyorum, çünkü kendi kendinin efendisi olduğun o küçük evreninde ben de senin efendin sayılırım. Çünkü ben, senim. Sen de aslında bensin. Daha dikkatli baksan...

O halde devam et ve biraz daha bat. Çıkışı çok keyifli olacak bu sefer, hissedebiliyorum...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

yine geldim :)


Öncelikle hayırlı ramazanlar efendim...

Son yazım tatil öncesi sendromlarımı yansıtmış. Şimdi okuyunca komik geldi. Evet, tahmin edildiği üzere hocadan izin alıp işi bıraktım :) ve kendimi mis gibi tatil planlarının kollarına attım. Önce Akçay, ardından Bartın ve arada bir Tekirdağ olmak üzere bu sezon 3 denizimize de girmiş bulunuyorum. Bu sıcaklar yüzünden hepsi birbirinden ılıktı, serinletemedi, ferahlayamadım. Kumlar kızgın olmasına kızgındı ama serin sular olmayınca bu konsepti de kaçırmış olduk... Velhasılkelam, artık daha rahat, daha az stresli, daha hevesli ve daha dinginim. Çok az zihin karmaşaları kalsa da onları da eylül sonuna kadar halletmeyi planlıyorum.

Güzel bir tatil geçirmemde emekleri olan Esra'ya, Tuğba'ya, Emir'e :), Akçay'daki tüm arkadaşlara, Bartın'da kuzen Serkan'a ve arkadaşlara, benimle Tekirdağ'a gelen Duygu'ya, kuzen Emre'ye, güzel ve önceden planlanmış bir tatili son anda iptal ettiğim için gösterdiği anlayıştan dolayı Erhan'a (tekrar özür) ve tüm aileme çok ama çok teşekkür ederim.

Madem artık İstanbul'dayım, biraz ilgileneyim seninle blog... İyi geceler efenim.