
Caddenin kalabalığına indiğinde rahatlarsın sanki, akıp giden insan selinin bir parçası olmak, sıradanlık rahatlatır seni. Eskiden akıntıya karşı yüzmeyi seven sen, artık yaşamın tek düzeliğinde arar olmuşsundur huzuru -buna huzur denirse-. Eskiden kalabalıktan da nefret eden aynı sen, şimdi aşağı ve yukarı koşuşturan insanlara çarpmaktan rahatsızlık duymamaktasındır. Rastladığın birkaç tanıdığa isteksizce selam verip yürümeye devam edersin. Bir randevun ya da bir işin olduğu için değil... İnsanları izlemek istersin, düşüncelerini öğrenmek, dertlerini bilmek, sırf içindeki EGO'yu bastırabilmek için istersin bunu. Sevdiğini ya da sevildiğini bilemediğin gibi bunu da bilemezsin işte... Düşüncelerden kopmak isterken bambaşka düşünceler yorar beynini.
Eve gitmek istemezsin...
Hiç eve gitmek istemezsin...
Anıları hatırlamak istemediğinden değil, onları hiç yaşamamış olmayı dilediğinden dolayı...
Yine de her akşam kapıya anahtarı sokarken bulursun kendini... ve yine koridordaki aynaya olabildiğince bakmamaya çalışarak girersin dağınık odana. Es kaza bir anlık gözün kaydığında gördüğün şey de karartıdan başka bir şey değildir. Nasıl yerleştirebilirsin koca bir gülümsemeyi o karaltıya? Kim yerleştirebilir ki?
Uykun geldiğinde seni bekleyen yatağın değil, düşüncelerindir aslında...
Düşünmemeye çalışarak dalarsın, hafif bir uykuya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder